3. Dünya Savaşı'nın önündeki en büyük engel nedir diye sorsanız, nükleer silahlar ya da caydırıcı askeri ittifaklar der çoğu kişi. Oysa bu savaşın önündeki asıl engel; çağdaşlaşmayı içselleştirmiş, özgürlükçü demokrasiler ve hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş toplumlardır. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşları, aklın sustuğu, vicdanın öldüğü, adaletin yok edildiği dönemlerde çıkmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti kritik bir eşikten geçiyor. Bu eşikte iki yol var: Biri hukukun üstünlüğü, diğeri ise üstünlerin hukuku. Bu milletin evlatları yıllarca zulmü gördü, darbeleri yaşadı, kumpaslarla çürütüldü. Şimdi aynı senaryonun bir başka versiyonunu, üstelik kendi ellerimizle mi sahneleyeceğiz?
Öğrenciler gözaltında, gençler tutuklu… Neden? Fikir söylediler, tepki gösterdiler, anayasal haklarını kullandılar diye! Oysa biz bu filmi daha önce izledik. "Kanunsuz emirleri uyguladım" diyenlerin nasıl bedel ödediğini gördük. 15 Temmuz’un ardından “Ben emir kuluydum” diyen Fetöcü polislerin, savcıların, hâkimlerin ne hale düştüğünü unutmadık.
Devletin polisi de, yargıcı da şunu bilmelidir: Devlet; hukuka uygun hareket ettiği sürece devlet olur. Aksi halde devlet değil, zulüm makinesine dönüşür. “Devlet küfür ile abad olur, zulüm ile asla” demem boşuna değildi. Bu millet zalimi unutmaz, zulmü affetmez!
Gençlerin sesi kısıldığında, bu ülkenin geleceği karartılır. Çağdaş Türkiye'yi inşa edecek olanlar zincirlerle bastırılmak istenirse, o zincirler bir gün sahiplerini boğar. Bu yanlıştan dönülmelidir. Öğrencileri derhal serbest bırakın! Bu görüntüler Türkiye Cumhuriyeti devletine yakışmıyor.
Adalet mülkün temelidir; o temel yıkılırsa, ne saray kalır ayakta, ne taç ne taht...