Evet günlerden cuma...
Cuma Köşesindeyiz..
Bugün Allah'ı, (CC) dîni, vazifelerimizi, eksiklerimizi, neyi nasıl daha doğru yapabilirizi yazacağımız gün..
İki gün önce; bugüne dair, Cuma Köşesi'nde yazacaklarımı düşünüyordum ki!
DEPREM OLDU...
İstanbul'da; yerinde,
depremi en şiddetli hali ile hissettim!
99 depremini de yerinde yaşamış biri olarak; entellektüel tabirle dejavu, dîni tabirle geçmişe tefekkürü yaşadım...
Oldu..
Bitti..
Bir zarar ziyan yoktu..
Elhamdülillah!
Ama o 13 saniye içinde! hem geçmişi, hem o ânı, hemde geleceğe dair planları düşündüm..
İki gün sonrasının planlarını yapan da bendim çünkü..
Alt üst oldu düşüncelerim!
Korku değildi yaşadığım..
Ürktüm!
İşin beni ürküten boyutu yazmayı planladığım yazının, hafızamda netleştirdiğim başlığıydı..
"KENDİMİZE GELMEK İÇİN İLLÂ TOKAT MI YEMELİYİZ?"
Tokat gelmişti bir anda!
Çok şükür "ŞEVKAT TOKATI" niteliğinde, zararsız ziyansız bir tokattı..
"Kendimize gelmek!"
Hangi konuda?
Her konuda!
Köşenin mahiyetine göre de, özellikle manevî anlamıyla idi yazacaklarım..
Ben bunu düşünürken gelen şevkat tokadı!
Yerin yerinden oynaması!
Düşüncelerin alt üst olması!
"Kul olarak çok aciziz" der dururuz da, o acziyeti sadece dilde değil, ruhumuzla hissetmemiz için miydi bu şevkat tokadı acaba?
Bizler bir şeylerin planını yaparken her şey bir anda ters düz olabiliyormuş!
Bunu ülke olarak ilk kez yaşamıyoruz..
Çok acı, çok büyük etkili olarak çok kez yaşadık aslında..
Yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız...
Bitmeyecek..
Çünkü deprem; yağmurda yıldırım düşmesi, sel, heyelan, don vs gibi doğanın kendi döngüsünde varolan bir gerçek...
Deprem olur..
Büyükse enkazlar, vefat edenler, mucize kurtuluşlar, evsiz kalanlar, yardımlar, ahlar vahlar...
Küçük ve hasarsız ise senaryolar...
Tüm TV kanallarında kesilmeyen yayınlar..
Jeoloji mühendislerinin, deprem bilimcilerin geçmiş istatistikleri..
Gelecek öngörüleri vs..
Halkın ise korkularıyla tekrar yüzleşmesi sonucu, deprem çantaları tekrar ortaya çıkar..
Varsa deprem çantası içinde bir eksiği, hemen almak için girişimde bulunurlar..
Tabii ki gün doğar bu ürünleri satan firmalara!
Hemen krizi fırsata çevirmelidir, netice de İNSAN(!)
Çok ilginçtir!
O depremi belki kendisi de yaşamıştır..
Ama doymayan nefis!
Olan bu deprem, satılan ürüne zam yapmak için bir fırsat mıdır?
Olabilir!?
Yoksa tefekkür mü gerekir!
O ürünü satabiliyorsan, depremden zarar görmemişsin demektir!
Ya görseydin!?
Mesela çadır satan firma sahibinin dükkanı ve evi yıkılmış olsa?
Bir çadıra muhtaç kalsa?
Bu yaptığını yapan bir çadır satıcısı da karşısına çıksa?
Cevabı yok değil mi!?
Olsaydı neler olurdu, olanlar neler yaşıyor diye düşünmenin psikolojideki adı "EMPATİ"...
Olanlar, ilâhi bir kudretin göstergesi! Bana olmadı!
Olabilirdi!
Depremin olması bir kudret, bana bir şey olmaması bir hikmet diye görmek, önünü arkasını düşünebilmek "TEFEKKÜR"...
Kendisine bir şey olmadığı için şükürle dua etmek, sığınmak ise "TEVEKKÜL"dür!
"İnandım, îman ettim" diyen her kulda olması gereken özelliklerdir bunlar!
Tefekkür ve Tevekkül.
Başta yazmıştım ya, "Cuma günü yazacaklarımın planını yaparken deprem oldu" diye..
Yazmayı düşündüğüm konu aslında tam da buydu!
Bir kaç haftadır farklı yönleriyle yazdım zaten..
Bu hafta da "DİNDAR" kimliğiyle var olan; ancak aynı kişinin dindarlıkla bağdaşmayan hal ve hareketleri benimsenmesi ve artık toplumun çoğunluğunda da aynı durumun etkili olmasını yazacaktım..
Dindarlık nedir?
Dîni yükümlülükleri yerine getirmektir..
Yani; dîne dair yasaklardan kaçınmak, yaşam standartlarını belirlerken dîne dair hassasiyetleri öncelemektir değil mi?
Yükümlülük sadece namaz kılmak, oruç tutmak vs değildir..
Namaz kılarken yalan söylememektir aynı zamanda!
Dindarlık, görüntü itibari ile tesettürlü olmak için sadece saçı örtmek değildir meselâ!
Bu detayları daha geniş hali ile yazacaktım işte..
Kendimizi çek edelim, içinden yaptıklarımız varsa düşünelim, düzeltelim diyecektim...
Ama gelen "şevkat tokadı" ile başka bir yöne evrildi konu..
Deprem!
Bilimsel, teorik, istatistik vs yönleri zaten ayyukta konuşuluyor..
Ama dîne dair deprem nedir?
Dindarların gözünden deprem diyelim o zaman..
Ya da dindarlık bu yönüyle nedir?
2 gün önce yaşadığımız depremde olduğu gibi, krizi fırsata çevirmemektir meselâ!
Yine 2 gündür depremi kullanarak; gerek dünyevî açıdan, gerek uhrevî açıdan prim yapmamamaktır meselâ!
Çıkıpta "Zilzâl Sûresi DEPREM süresidir, günde bilmem kaç kere okuyan enkazda kalmaz bi'iznillah!" dememektir meselâ!
Kur'an'ın her bir sûresi, her bir ayeti, hattâ her bir harfi bir hikmettir elbette..
Allah (CC) neyi, neye sebep kılar biz bilemeyiz de..
Ama bu sûreyi depremden korunma sûresi olarak lanse etmek, "Bunu şu kadar okuyan......" diye başlayan cümlelerle net hüküm vermek de, ne kadar doğrudur tartışılır..
Çünkü Zilzâl kelime mânası olarak; yer sarsıntısı dolayısıyla deprem demektir evet..
Ama; içeriğinde tamamen KIYAMET anlatılır!
1- Yer büyüklüğüne uygun o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığı!
2- Yer bütün ağırlıklarını; ölülerini, hazinelerini fırlatıp dışarı çıkardığı!
3- Ve insan şaşkın şaşkın: “Ne oluyor buna?” dediği zaman!
4- İşte o gün yer, üstünde olan biten bütün haberlerini anlatır.
5- Çünkü Rabbin ona böyle yapmasını emretmiştir.
6- O gün insanlar, yaptıkları işlerin kendilerine gösterilmesi için kabirlerinden çıkıp hesap yerine bölük bölük gelirler.
7- Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa, onu görür!
8- Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür!
Bu mealdeki bir sûreyi anlamını idrak ederek okuyalım, okutalım..
Anlatalım, yaşayalım..
Ama enkazda kalmamak için değil!
Zaten mâna itibari ile bakarsak anlatılan "KIYAMET" ise..
Sadece enkaz altında kalarak değil, her türlü ölüm, kişinin kendi KIYAMET'i değil midir?
Ölmüştür!
Ve bu sûrenin 4'üncü ayetinden sonrası ile karşı karşıyadır artık!
O zaman gelen bu şevkat tokadını alalım..
Yüreğimizde hissedelim..
Aklımızla analiz edelim..
Ne düşünüyorduk, ne oldu diyelim..
Dün geçti, yarın meçhul...
O zaman gün bugün, dakika bu dakika deyip, şu ânı nasıl değerlendirmeliyiz ona bakalım..
Depremden, enkazdan korusun diye tavsiye edilen(!) Zilzâl Sûresini veya benzer mahiyetteki Kur'an ayetlerini anlayarak okuyalım..
Anlayarak yaşayalım!
Varsa eksiğimiz plan yapalım..
Eksiklikten kasıt maddî değil!
Maddî eksiklikler için gereğinden fazla mesai harcıyoruz zaten!
Bahsettiğimiz manevî eksiklik!
Kul olarak eksiğimiz!
İbadetteki eksiğimiz!
Doğruluktaki eksiğimiz!
İyilikteki eksiğimiz!
Ne diyor Rabbimiz "DEPREM SÛRESİ" diye lanse edilen bu sûrenin son iki ayetinde?
"Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa, onu görür!
Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür!"
(Zilzâl Sûresi: 91/7-8)
Her ne yapıyorsak karşılığını bulacağımızın idrakinde olmak!
Bir anda her şeyin alt üst olabilme ihtimalinin olduğunun şuurunda olmak!
Evet, deprem jeolojik bir doğa olayı..
Ya arkasındaki hikmet?
İmtihan mı?
Hikmet mi?
Gazap mı?
Uyarı mı?
Rahmet mi?
Hepimiz farklı pencereden bakıp, farklı değerlendirebiliriz..
Ancak tek gerçek var herkesin ortak kabullenmesi gereken!
Hiçbir şeyin ebedî sahibi biz değiliz!
Ne mal-mülk..
Ne şan-şöhret..
Ne aile, ne evlat ne başka bir şey!
Hepsi bir anlık...
Bir varmış...
Birde bakmışsın ki yokmuş!
Rabbim cümlemizi, verdiği dünya nimetlerinin emanet olduğunun şuurunda yaşatsın..
O nimetleri, ebedî kalacağımız ahiret alemine yatırım yapmak adına kullandırsın..
Bu dünyada verdiği, yahut bir hikmet üzere! vermediği; nimetlerin, güzelliklerin aslına, mebâına (kaynağına) cennette ulaştırsın..
Ulaşmak adına yaşayan kullar eylesin bizleri...
O'ndan geldiğine îman ettiğimiz; her türlü sıkıntıyı, musîbeti, afeti arkasındaki hikmeti arayarak karşılamayı nasip eylesin..
Görünür-görünmez, bilinir-bilinmez her türlü afetten, musîbetten bizleri, ailemizi, ülkemizi, tüm inanları, hattâ tüm insanlığı korusun muhafaza etsin inşallah..
Ve İNŞALLAH "aciz kul" sıfatıyla yaptığım plandaki yazıyı da, NASİP OLURSA haftaya yazarım diyeyim...
VESSELÂM...