Tarih, sadece zaferlerin değil, aynı zamanda milletlerin yaşadığı büyük acıların da kayıt defteridir. Ancak bazı acılar vardır ki, sadece tarih kitaplarında değil, bir milletin hafızasında, nesilden nesile aktarılan hatıralarda yaşar. İşte bu acılardan biri, Azerbaycan Türklerinin Karabağ’da yaşadığı soykırım ve insanlık dışı işkencelerdir. Öyle bir vahşet ki, sözde bir doktorun, Rafiq Balayan’ın, insanlıktan nasibini almamış sözleri bile, insanın kanını dondurmaya yeter.
Karabağ, sadece bir toprak meselesi değildir; bir milletin onuru, namusu ve şerefiyle doğrudan bağlantılıdır. 1990’ların başında Azerbaycan topraklarına Ermenistan tarafından yapılan saldırılar, yalnızca işgal değil, sistematik bir soykırım girişimiydi. Hocalı’da kadın, çocuk, yaşlı demeden katledilen masum insanların hikâyeleri, bugün hâlâ yürekleri dağlıyor. Ancak bu zulmün en kan donduran yönü, Ermeni işgalcilerin yalnızca öldürmekle yetinmemesi, aynı zamanda işkenceyi bir zevk ve tatmin unsuru hâline getirmeleriydi.
O sözde doktor Balayan’ın itiraf ettiği, daha doğrusu gururla dile getirdiği o insanlık dışı uygulamalar, bir medeniyetin, bir kültürün değil; ancak bir barbarlığın, bir vahşetin ürünü olabilir. Azerbaycan Türkü çocukların derilerinin canlı canlı yüzülmesi, işkencelerle öldürülmesi, Batı'nın insan hakları naraları atan o sahte vicdanlarında bile yankılanmamış bir trajedi olarak kalmaya devam ediyor.
Sözüm ona “insan hakları savunucuları” neredeydi? Bugün Filistin için gözyaşı döken Batılı medya organları, Hocalı’da kadınların, çocukların, yaşlıların katledilmesine neden kör ve sağır kaldı? Çünkü mesele Türk ve Müslüman bir halk olduğunda, Batı’nın insan hakları terazisi her zaman şaşar. İşte bu yüzden biz, kendi tarihimize sahip çıkmadığımız sürece, bu acılar sadece geçmişin birer anısı olarak kalmaz, gelecekte de aynı senaryolar önümüze sürülür.
Karabağ zaferiyle birlikte, Azerbaycan Türkleri, 30 yıllık bir esareti ve kanla yazılan bir destanı geride bıraktı. Fakat bu zafer, yaşananların unutulacağı anlamına gelmiyor. Hocalı’da akan kan, sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk dünyasının damarlarında dolaşan bir çağrıdır. Bu çağrı, bize bir gerçeği tekrar hatırlatıyor: Türk’ün dostu Türk’tür.
Bugün Türkiye ve Azerbaycan’ın “Bir millet, iki devlet” şiarıyla kurduğu kardeşlik köprüsü, sadece siyasi değil, aynı zamanda tarihi bir sorumluluğun ürünüdür. Bu sorumluluk, geçmişin acılarını unutmamak ve unutturmamakla başlar.
Son olarak şunu açıkça ifade etmek gerekir: Balayan gibi insanlık düşmanı sözde doktorların kirli zihniyetleri, ne Azerbaycan’ın kahramanlık destanını gölgeleyebilir ne de Türk milletinin birliğini sarsabilir. Unutulmamalıdır ki, Türk milleti her zaman mazlumun yanında, zalimin ise karşısında dimdik durmaya devam edecektir. Ve bu topraklarda, Hocalı’nın, Karabağ’ın hesabı unutulmaz; zamanı geldiğinde sorulur, sorulacaktır.