Bir ülkede herkesin alnının teriyle bir yerlere geldiği söyleniyorsa, orada en çok terleyen yalakadır. Çünkü eğilmek, bükülmek, ağız eğip söz yontmak kolay iş değildir. Hele bunu yıllarca yapan birinin bel kemiğinde gram onur kalmaz, ama bolca maaşı, koltuğu, unvanı olur.
Eskiden çalışkan insanlar parmakla gösterilirdi, şimdi kim daha güzel yağ çeker diye yarış düzenleniyor. Dürüst adam kenarda, dosyasına toz konmasın diye uğraşıyor; yalaka ise en öne geçip "efendim siz bir dahisiniz" diyerek terfi alıyor. Ne bilgi soran var, ne ahlak. Yeter ki ayakta durma, yeter ki güçlüye doğru eğilmesini bil!
Devlet dairesinde mi çalışıyorsun? Müdürün hangi çayı seviyor, onu öğren. Hangi takım tutuyor, onu ezbere bil. Arada bir “Siz olmasanız bu kurum çökerdi” de, bak bakalım seni nereye oturtuyorlar. Akademide misin? Bilimle uğraşma. Danışmana şiir yaz, hocana methiyeler diz. Doğruyu söyleyen değil, pohpohlayan doktor olur artık.
Yalakalık artık ar, edep meselesi değil, “kariyer yönetimi” oldu. CV'ye yazılacak beceri haline geldi: “Üst düzey yöneticilere stratejik yaltaklanma deneyimi.” Gerçekten işi bilen, sesi çıkmayan bir köşede çürürken, ağzından bal damlatan dalkavuklar her kapıyı anahtarsız açıyor. Liyakat? O artık sadece KPSS kitaplarında geçen bir kelime.
İhale biter ama yalakalık sürer. Çünkü yalaka bir kere koltuğu gördü mü, bırakmaz. Ne hukuk dinler, ne hak. Gerekirse dün övdüğünü yarın satar, yeter ki yeni sahibine yaranabilsin. Onur mu? O ilk maaş zammında rehin bırakılmıştır zaten.
Ve en acısı ne biliyor musun? Bu yalakalık düzenine özenenler var. “Abi boş ver, doğruluk mu kaldı, sen de biraz kıvır, sen de öv” diyenler çoğalıyor. Çünkü düzen böyle yürütülüyor. Çünkü bu çark dürüstleri değil, esnek omurgalıları ödüllendiriyor.
Ama unutma; yalaka ne kadar yükselirse yükselsin, arkasında hep birisinin ayak izini taşır. Çünkü kendi ayaklarıyla yürümeyi çoktan bırakmıştır.