Tarihi okuyanlar bilir; Osmanlı sarayında sadrazam olmak kudret isterdi. Ama kudret, yalnızca savaş meydanlarında kazanılan bir rütbe değildi. Sarayın kuytularında, kurnazca kurulmuş tuzaklarda, entrikanın gölgesinde yükselmek de mümkündü. İşte Rüstem Paşa tam bu noktada tarihin kara sayfalarından birine adını yazdırır.
Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın damadıydı. Onu tarihin en kudretli sadrazamlarından biri yapan şey, bilgisi ya da yiğitliği değil; saraya yakınlığı ve kurduğu menfaat düzeniydi. Devleti kendi kasası gibi gören, makamı ticarethaneye çeviren bu zihniyetin adıydı Rüstem. Ve onunla birlikte tarihe kazınan bir başka kelime vardı: Pişkeş.
Pişkeş, yani hediye. Ama öyle dostane bir armağan değil bu. Rüşvetin, kayırmacılığın, makama şirin görünme yarışının saray dilindeki süslü adı. Bugün bile devlet kademelerine “pişkeş” sunarak yükselenlerin ayak izleri, işte bu Rüstem Paşa’nın devrinden kalmadır.
Rüstem, İran seferinden dönerken bileganı yağmalatıp ganimeti "hizmete layık olmak" bahanesiyle Kanuni’ye takdim etti. Lakin halk biliyordu; bu servetin büyük kısmı onun hanesine akıyordu. Adaletin terazisi şaştığında, liyakat değil pişkeş konuştuğunda işte böyle bir düzen oluşur: Bir yanda açlıktan kırılan tebaa, öbür yanda sarayda halı serip altın sayan bürokratlar.
Bugün Rüstem Paşa’nın mirası yaşıyor. Bakan odalarında, müdür katlarında, müsteşar masalarında… Değişen sadece isimler, yöntemler. Pişkeşin adı "bağış", "sponsorluk", "hibe" oluyor artık. Ama öz aynı. Devlet, liyakatle değil, sadakatle yönetiliyor. Daha doğrusu “kim kimi doyurursa onun yanında yer buluyor.”
Ey Türk milleti!
Tarih uyarıyor seni. Rüstem Paşa’lar, pişkeş düzenleriyle önce adaleti çürütür, sonra devleti içeriden kemirir. Kanuni gibi bir cihan padişahının bile gözünü perdeleyen bu düzen, bugün hala kimi yöneticilerin aklını, vicdanını, iradesini teslim almış durumda.
Devletin başı dik olacaksa, halkın alnı açık kalacaksa; pişkeş kültürüne, Rüstem zihniyetine son vermek zorundayız. Unutma: Adaletin olmadığı yerde zenginlik de çöküştür, saray da hapishaneye döner.
Devleti yönetenlere düşen, hediye değil hesap almak; akrabalık değil adaletle hükmetmektir.
Ve bu millet, artık yeni Rüstemler değil; Hızır Paşalar, Lala Mustafa Paşalar istiyor.