Sahtekârlığın Başkentinde Gerçek Olan Ne Kaldı?
Türkiye… Kutsal toprakların üstünde kurulmuş, asırlardır medeniyetin, cesaretin ve hakkaniyetin adı olmuş bir yurt. Ama bugün, bu yurdun dört bir yanını kuşatan bir illet var: sahtekârlık! Hem öyle basit bir sahtekârlık değil; bu, devletin damarlarına, milletin ahlakına, sokaktaki esnafa, akademiye, sanata, hukuka hatta aileye kadar sızmış, yayılmış ve yerleşmiş sistemli bir çürüme hali.
Sahte Belgeyle Gerçek İnsan Olunmaz!
Artık Türkiye’de neyin gerçek neyin sahte olduğu ayırt edilemez hâle geldi. Sokakta gördüğünüz her 10 ehliyetten 2’si sahte. Sahte diploma ile profesörlük unvanı taşıyanlar, sahte ikametlerle ülkeye yasal (!) giren yabancılar, sahte tapularla gasp edilen araziler… Bir zamanlar “kalem kılıçtan keskindir” diyerek eğitime kutsiyet atfeden bir milletin, artık parayla alınmış sahte belgelerle adamlığa soyunan kopyala-yapıştır nesilleri var.
Sofrada Bile Gerçek Yok: Sahte Et, Sahte Peynir, Sahte Zeytinyağı
Market raflarında gördüğünüz hiçbir şeyden emin olamıyorsunuz artık. Peynirin içinde süt yok, zeytinyağı başka yağla karışık, sucuk zaten etten sayılmıyor. Etikette %100 dana yazan ürünlerin yarısı laboratuvar sonucu bile veremeyecek durumda. İnsanların midesine sahte gıda, ruhuna sahte mutluluk, zihnine sahte başarı pompalayan bir sistem hâkim.
Yediği sahte, içtiği sahte, yaşadığı şehir sahte yapılarla dolu… O halde bu toplumdan gerçek bir gelecek beklemek nasıl mümkün olsun?
Sahte Dindarlık, Sahte Milliyetçilik, Sahte Vicdan
Daha da acısı, işin görünmeyen boyutunda sahte inanç var. Dindarlık maskesiyle üçkâğıt çevirenler, milliyetçilik adı altında kendi milletine kin kusanlar, vicdanı cebindeki çıkar kadar çalışan koca koca adamlar…
Ön safta namaza duran ama vergi kaçıran, devletin ihalesine girip kul hakkı yiyen, sokakta “vatan elden gidiyor” diye bağırıp sınav sorularını çalıp torpille işe giren sahtekârlar topluluğu olduk. Bu nasıl bir çelişki?
Yalan, artık bireysel bir günah değil; sistemsel bir yapı hâline geldi. İnsanlar dürüst olmayı enayilik sayıyor. “Gerçek” kalmak; dışlanmak, hor görülmek, yolun dışında kalmak anlamına geliyor.
Sahte Yüzler, Sahte Aşklar, Sahte Başarılar
Bugün sosyal medyada gördüğünüz yüzlerin çoğu kendi yüzü değil. Ruhlar filtrelenmiş, bedenler sahte operasyonlarla yoğrulmuş. Aşk sahte, dostluk sahte, dayanışma sahte… Hiçbir şey doğal değil, her şey bir oyunun parçası gibi.
Okullarda sınavla değil, referansla geçen öğrenciler… Akademide kendi çalışmasını değil, başkasının fikrini kopyalayan doçentler… Şöhretin bile bir algoritmaya bağlandığı, sesi olmayanların popstar olduğu, fikir üretmeyenlerin “düşünce önderi” sayıldığı tuhaf bir sahte dünyadayız.
Sahte Devlet Algısı: Yasalar Var, Uygulama Yok
Yasa var, ama uygulayan yok. Denetim var, ama çalanın sırtı sıvazlanıyor. Adalet terazisinin kefesi en çok ödeyene eğiliyor. Sahte sigorta, sahte fatura, sahte ihracat… Ekonominin bile “gerçek”le ilişkisi kalmamış. Bir ülkede vatandaş devlete güvenmiyorsa, o devlet kâğıt üzerindedir artık. Ve maalesef biz bu kâğıdın yavaş yavaş yandığını izliyoruz.
Son Söz: Gerçeğin Bedeli Ağır Oldu Bu Ülkede
Gerçek olmak bu ülkede zor. Doğru söz, sahip çıkılmazsa yalnız kalır. Ama unutulmamalı ki, sahtekârlıkla kurulan düzen, bir gün çürür ve çöker. Tarih bunu sayısız kere yazdı.
Bu ülkenin hâlâ yüreğiyle çalışan, alnının teriyle yaşayan, doğruyu savunduğu için susturulan, ama yine de haklı kalmaya çalışan insanları var. İşte umut, o insanlar kadardır.
Ama bu sahte çağda, gerçek kalmak bir devrimdir. Bu milletin yeniden dirilişi, sahteyi değil hakikati seçtiği gün başlayacak.
Necat KACAN
Eğitimci - Araştırmacı Yazar