Türk Dünyası Bir Bütünse Eserleri de Bir Bütündür!
Dünya üzerinde çeşitli millet, dil, zihniyet, ırk mevcut olduğu gibi her milletin de kendine özgü yapıları olan bir dili mevcuttur. Ezelden beri dil, kültür aktarma aracı olarak kullanılmıştır. Bunu kalıcı kılmak için de birtakım eserler oluşturulmuştur. Peki aynı dili konuşmayan toplumlar bu eserlere nasıl ulaşmıştır, elbette tercüme yolu ile. Tercüme sözcüğünün kökeni çeşitli düşüncelerle Arapçaya dayandırılıp çeviri anlamına gelmektedir.
Çeviriler çeşitli medeniyetler arasında köprü kurmaya vesiledir. Bu köprü her ne kadar farklı kökenlerdeki diller arasında yapılıyor gibi görülse de son yıllarda Türk lehçeleri arasında da artmış durumdadır. Türk lehçelerindeki bu çeviri faaliyeti lehçeler arası aktarım olarak adlandırılmaktadır. Bunu yıllar önce de Azerbaycan sahasından önemli bir isim olan Mirza ElekberSabir şu sözleri ile desteklemektedir:
“Osmanlıcadan tercüme Türk’e” – bunu bilmem,
Gerçek yazıyor genceli, yainkihenekdir (şakadır),
Mümkün iki dil bir-birine tercüme, amma
“Osmanlıcadan tercüme Türk’e” ne demektir?
Sabir, şunu söylemek istiyor: “Sana ait olanı yabancı mı görürsün de buna tercüme dersin?” O halde bize aitse diğer Türk lehçelerindeki eserleri neden bilmiyoruz? Yahut bir yazarını dahi neden tanımıyoruz? Bugün Rus edebiyatından Tolstoy denince herkes bilir. Ama bağımsız Türk ülkelerinden olan Azerbaycan edebiyatından Elçin Efendiyev, Kazakistan edebiyatından IbırayAltınsarin, Kırgızistan edebiyatından Kasım Tınıstanov, Türkmenistan edebiyatından MahtumkuluFiraki, Özbekistan edebiyatından Abdulla Kadiri’yi acaba kaç kişi bilir? Hatta özerk Türk cumhuriyetlerinin hangileri olduğunu kimler bilir?
İnsanoğlu, genetiği aynı kardeşini inkâr edebilir mi? Edemez. Biyolojiden ele verir, kimyadan ele verir, çok uzağa gidilse dahi metin içerisinde sözcüğün ekinden, kökünden, cümle yapısından kendini ele verir. Bunlar bir araya gelip bir bütün oluşturuyor ise aynı genetiğe sahiptoplumdaki ortak ögeleri bulmak için de yazılı ve sözlü kaynakları kurcalamak gerekir. Bunun için de çokça okumak, çokça araştırmak, lehçeler arası aktarma çalışmalarını arttırmak gerekir. Hatta ve hatta en az bir Türk lehçesini ana dili kadar iyi öğrenmek gerekir. Dil canlı bir varlık ve kültür aracı ise bunu en iyi şekilde kullanmak gerekir. O halde Türk dünyası bir bütünse eserleri de bir bütündür. Eser var ise hayat vardır, hayatta kalmak için de bunu anlamak şarttır. Bir toplum dille bölünür, dille birleşir. Dilin varsa sen varsın. Anladığın ve anlaşıldığın yerde mutlu olmaz mısın?
Bugün tüm Türk cumhuriyetlerinde “Ata ve Aş” sözcüğü ortaktır. Fonetik (ses) bakımdan birçok sözcük farklı gelse de bunların çoğu da ortaktır. “Men keldim.” ile “Ben geldim.” ne kadar benzer ise “Cuma” ile “Yuma” bir o kadar benzerdir. Ses bakımından ayrılır. Muhteviyatta aynıdır. Teferruatına vakıf olunca daha zevkli gelen bir dilin, daha doğrusu kardeş lehçenin lezzeti daha çok artacaktır. Bunun için de tanımak şarttır.
Her dilde olduğu gibi Türk lehçelerinden aktarım yapmanın da zorlukları vardır. “Aynı aile değil mi, daha kolay olmaz mı?” diye düşünenleriniz olabilir. Buna cevap maalesef “Hayır, daha kolay değil.” olacaktır. Çünkü köken olarak aynı aile olsa da coğrafya ve siyasi olarak farklı etkilerin altında olması sebebiyle lehçeler karmaşık hale gelmiştir. Özellikle Orta Asya Türk lehçelerinde Rusça’nın etkisi oldukça fazladır. Bazen cümle yapısının etkilendiği bile görülür. Çok fazla gereksiz bağlaç ve edat kullanımının olduğu da aşikardır. Ayrıca Türkiye’de olduğu gibi diğer Türk ülkelerinin de bölgesel ağız özellikleri vardır. Özellikle eski metinlerde bu duruma sıkça rastlanmaktadır. Bunların anlaşılması için yaşı büyük kişilere müracaat edilmektedir. Bu gibi durumlar lehçeler arası aktarımı güç kılmaktadır. İşte bu gibi zorlukların üstesinden gelebilmek için ve aynı dilin tohumundan filizlenen toplumların birbirini daha iyi tanıması ve kaynaşması için daha fazla çaba gerekmektedir. Bu çaba da elbette önce coğrafyayı tanımak, dile hakim olmak, eserleri aktarmak, canlı tutmak ve günümüze hatta daha sonrasına taşımak olacaktır. Türk coğrafyası geniş bir coğrafyadır. Hepimiz bu kilimin deseni isek ilmek ilmek örülen ipin hakkını vermemiz gerekir. Dil kimliktir. Türk dili asalettir. Türk dilini yaşayıp yaşatmak ise zimmettir.
Ne diyor önemli Türk mütefekkir İsmail Gaspıralı: “Dilde, fikirde, işte birlik!” O zaman bizlere de bunu uygulamak düşmektedir.
Dilini bil, tanı atanı; vefasızlığınla utandırma yerde yatanı!