Uluslararası ticarette yeni bir dönem başlıyor. Ama bu bir açılım değil; bir daralma dönemi. Herkes dijital dönüşüm, yapay zekâ, yeşil ekonomi gibi pembe hayaller peşinde koşarken, dünya ticaretinin ritmi yavaş yavaş düşüyor. Kimse “ne oluyor?” diye sormuyor. Oysa rakamlar konuşuyor.
Brent petrol düşüyor. Peki bu ne demek? Enerjiye olan talep azalıyor. Yani üretim düşüyor, taşımacılık yavaşlıyor. Dünya çarkı daha az dönüyor. Diğer tarafta altın yükseliyor. Bu ne demek? Güvensizlik tavan yapmış. Parası olan “nakitte değil, değerli varlıkta kalayım” diyor. Kimse yatırım yapmıyor, herkes bekliyor. Bu da ekonominin kalbinin daha az attığını gösteriyor.
Dünya, bir sessizlik öncesi fırtına yaşıyor. Kapitalist sistemde “küçülme” kelimesi yoktur; yerine “kriz” vardır. Zengin ülkeler, büyüyemediklerinde savaş çıkarır. Fakir ülkeler, büyüyemediklerinde iç karışıklık yaşar. Şimdi her iki tehlike birden kapıda.
Amerika seçimlere hazırlanırken içe kapanıyor, Avrupa kendi içinde dağılmanın eşiğinde, Çin ise içerideki sosyal huzursuzluğu dışarıya yönlendirmek için bekliyor. Herkesin planı var ama oyunun ortasında kurallar değişiyor. Ticaret savaşları yerini ekonomik soğuk savaşlara bıraktı.
Peki Türkiye ne yapıyor?
Kendi rotasını çizmek zorunda. Çünkü yeni dünya düzeninde hiç kimse kimseyi sırtında taşımayacak. Ne AB, ne ABD, ne de Çin. Herkes kendi gemisini kurtarma derdinde. Türkiye ise hâlâ "ithalatı nasıl finanse ederim" derdinde. Bu anlayışla yola devam edilmez. Üretim olmadan büyüme, tasarruf olmadan kalkınma, yatırım olmadan refah olmaz.
Yeni dönem üretim ekonomisinin, akıllı diplomasi ve stratejik öngörüyle desteklenmesi gereken bir dönemdir. Dış ticaret verileri bize sadece ekonomik değil, siyasi gidişat hakkında da ipucu verir. Bu veriler bağırıyor: “Ticaret yavaşlıyor, dünya güvensizlik sarmalında boğuluyor.”
Güçlü milletler krizden çıkar. Zayıflar ise krizle birlikte yok olur.
Tercih bizim.