Bir ülkede adalet terazisi bozulursa, huzur da, birlik de, bütünlük de zamanla dağılır. Bugün Güney Azerbaycan’da yaşananlar, sadece bir bölge halkının değil, aynı zamanda bir devlet aklının da krizidir. Yüzbinlerce Türk kökenli tır şoförünün, emeğiyle var olmaya çalıştığı bir coğrafyada, İran devletinin sistematik ayrımcılığına uğraması sıradan bir idari sorun değil, toplumsal bir uçurumun habercisidir.
Güney Azerbaycanlı Türk tır şoförleri, yıllardır taş taş üstüne koyan, yük taşıyan, ülke ekonomisine katkı sunan insanlar. Ancak İran yönetimi, bu halkı potansiyel tehlike gibi görüp sistem dışına itmeye çalışıyor. İş verilmiyor, ruhsatlar engelleniyor, güzergâhlar daraltılıyor. Bu politikalar açıkça şunu söylüyor: “Siz bu ülkenin vatandaşısınız ama bu ülkenin sahibi değilsiniz.” İşte bu anlayış, İran’ı felakete sürüklüyor.
Bölge halkı artık sokaklarda. Tırlarıyla yürüyüş yapıyor, pankart açıyor, ses veriyor. Barışçıl ama kararlı. Çünkü bu sessizlik artık taşınamıyor. Ekmek gasp ediliyor, kimlik inkâr ediliyor, gelecek karartılıyor.
İran yönetimi sanıyor ki susturarak sorun çözülür. Oysa tarih defalarca gösterdi: Susturulan halk, bir gün hep birlikte ayağa kalkar. Bugün yapılan her haksızlık, yarının öfkesine dönüşür. Üstelik bu kez öfke, sadece sokakları değil, devletin sınırlarını da sarsar.
Bu şekilde giderse, İran kendi ayağına sıkıyor demektir. Çünkü ayrımcılık büyüdükçe, bölünme fikri de büyür. İnsanlar, ait hissetmedikleri bir devlete değil, kendilerine benzeyene sarılır. Ve bir gün gelir, harita değişir, çünkü kalpler çoktan başka bir yere bağlanmıştır.
İran’a düşen görev, kendi vatandaşını sahiplenmektir. Türk’ü dışlayarak değil, kucaklayarak ayakta kalabilir. Devlet aklı, bütünlükle var olur; ayrımcılıkla değil.
Unutulmasın: Tır şoförleri bugün direksiyon başında değil, yürüyüşteyse; ülkenin rotası da çoktan tehlikeye girmiştir.
Son söz:
Eğer bir devlet kendi insanını yok sayarsa, bir gün o insanlar da o devleti yok saymaya başlar.
İşte asıl tehlike budur.
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk