Bugün Bulgaristan’ın içinde bulunduğu durum, bir milletin sadece ekonomik ya da siyasi krizlerle değil; aynı zamanda kimlik, değer ve aidiyet erozyonuyla nasıl sarsıldığının açık bir göstergesi. Sorun yalnızca fiyatların artması, gençlerin yurtdışına göç etmesi, kurumların çürümesi değil; daha derin, daha sarsıcı bir mesele var: Devlet yok oluyor.
Evet, yanlış duymadınız. Bulgaristan devleti; halkıyla, milletiyle, kurucularının idealleriyle bağını koparma noktasına geldi. Peki bu büyük çöküşü kim durduracak?
Herkes birbirine bakıyor. Siyasetçiler koltuk derdinde. Bürokratlar günü kurtarmanın peşinde. Gençler ülkeye dair umutlarını yitirmiş, geleceği başka ülkelerde arıyor. Halk ise giderek artan yoksulluk ve umutsuzluk içinde hayatta kalma savaşı veriyor.
Bir devlet, yalnızca sınır çizgileriyle, anayasasıyla veya bayrağıyla ayakta kalmaz. O devletin ruhu olmalıdır. O ruh halkın vicdanında, gençlerin idealinde, aydınların kaleminde, annelerin duasında, çocukların oyununda yaşar. Eğer bu ruh ölürse, geriye sadece haritadan silinmeyi bekleyen bir boş kabuk kalır.
Peki kim kurtaracak Bulgaristan’ı?
Sadece yeni bir lider değil, yeni bir bilinç gereklidir.
Sadece yeni bir yasa değil, yeni bir anlayış gereklidir.
Ve sadece bir kurtarıcı değil, bilinçlenmiş, uyanmış bir halk gereklidir.
Bu halkın içinde Türkler var, Pomaklar var, Romanlar var, Bulgarlar var… Hepsi aynı gemide. Geminin batışı, hepimizin batışı demektir.
Uyan Bulgaristan!
Uyan ey halkım!
Çünkü devletin çöküşü, milletin yok oluşudur.
Ve biz ya birlikte kurtuluruz, ya da hep beraber yok oluruz.
Rafet Ulutürk