9317,24%-0,84
37,95% 0,34
43,14% 0,15
4074,57% 0,31
6621,05% 0,78
Lavin, odasındaki pencereden yağan yağmura bakarak, sakince damlaların sesini dinliyordu.
Boyu henüz yetmediğinden ders yaparken oturduğu sandalyeyi pencerenin altına çekmişti.
Kapalı olan hava artık yavaş yavaş kendisini karanlığa teslim ediyordu. Lavin bu karanlığa
bakarken, henüz sekiz yaşındaki minik kalbi kendisini tarifsiz bir yalnızlığın ortasında
buluyordu. Gün boyunca okulda arkadaşlarıyla gülerek vakit geçiriyor, derslerinde başarılı
olup hep mükemmel görünmeyi başarıyordu. Sanki bu, onun doğuştan getirdiği bir meziyetti.
Ama hiç kimse bilmiyordu ki Lavin’in de küçük dünyasında büyük bir sırrı vardı. Hem de
içini sessizce yakan, kimseyle paylaşamadığı bir sır. O sır, bir insan… Kardeşi Ümide.
Ümide, Lavin’in küçük kardeşiydi. Ama sıradan bir kardeşlik ilişkisi değildi onlarınki.
İzlediği, gördüğü, anladığı gibi bir şeyden uzaktı bu. Ümide farklıydı diğerlerinin
kardeşlerinden. Otizmliydi ve her şeyden ürküyordu. Ani seslerden, kalabalıktan, yabancı
bakışlardan, bilinmeyen her şeyden. Lavin aklının erdiği ilk andan itibaren onun korkularına
her gün biraz daha alışıyor, bir çocuk olmaktan çok, sanki bir yetişkin gibi davranmak
zorunda kalıyordu. Ümide’ye destek olmayı elbette kalpten istiyordu ama bazen, bu destek
ona hayatının tüm renklerini kaybettiriyordu. Sessizce yoruluyordu minik kalbi.
Anlamadığımız her şeyden korkar insan dediğin. Anlamakla hissetmek arasında gidip gelen
dünyasında yaşayan Lavin’in de küçük omuzlarına, yaşının çok ötesinde bir sorumluluk
yüklenmişti.
Evde tüm dikkat hep Ümide üzerindeydi. Ailede her konu, her gündem, her plan onun
etrafında şekilleniyordu. Lavin ise sanki bir köşede yavaşça silinip gidiyordu. Ne hissettiğini
soran yoktu. Ne zaman sustuğu fark edilmiyordu. Fark edilmemek kalp kırar, kalp de
kendisini sürekli üzmek istemez. Bir savunma geliştirir kendine. O yüzden Lavin’in kalbi de,
gülümsemeyi öğrenmişti. Sessizce gülümsemeyi. Çünkü gülümsediği sürece kimse ona “İyi
misin?” diye sormuyordu. Ve bu, canını daha az acıtıyordu.
İşte o akşam Lavin, odasında yalnız başınaydı. Pencereden bakarken yağmurun sesi pencereye
hafif hafif vurmaya devam ediyor, oda bu sesle doluyordu. Zaman sanki durmuş, Lavin’in
içindeki yalnızlık tüm duvarları kaplamıştı. İçine sığmayan ruhun yaşı olmaz. Düşünceler her
yaşamın tecrübesi kadar sarıverir insan zihnini. Lavin de düşünüp duruyordu bu yüzden.
Kardeşini, kendisini, ailesini…Birden kapı aralandı ve Ümide içeri girdi. Her zaman olduğu
gibi sessizdi. Konuşmazdı zaten. Öğrenememişti.
Lavin kapıya baktı ve onun gözlerine kilitlendi. Ümide’nin bakışı…O bakış çok tanıdıktı
onun için. Korkuyu, huzursuzluğu, sığınacak bir yer arayan o derin bakış…Ve işte o an
Lavin’in içinde bir şey kırıldı. İçini tutan o görünmez ip koptu sanki. Öyle ya, her zaman
böyle anlardır bizi büyüten, yeni şeyler öğreten. Adını koyamadığı bir his kapladı kalbini,
yüreğini. Ümide küçüktü, o büyük. Ümide kardeşti, o abla. Ama yalnızlık hissi başkaydı.
Gözleri doldu. Bakışlarını Ümide’den ayırıp yere çevirdi, ama artık dayanacak gücü
kalmamıştı. Dudaklarını ısırdı, başını ellerinin arasına aldı ve sessizce ağlamaya başladı.
Sonra sessizliği yırtan hıçkırıklar geldi. Her hıçkırıkta yıllardır biriktirdiği kelimeler
dökülüyordu içine. Sanki dünya üstüne çökmüş gibiydi. Artık ne çocuktu ne de büyümüş
sayılırdı. Ama hayat, ona yaşından büyük bir yükü çoktan vermişti.
Kapı bir kez daha açıldı. Bu sefer annesi Zümriye içeri girdi. Lavin’i yerde, ağlarken görünce
kalbi sıkıştı. Ümide de bir köşede ablasını izliyor ve aynı bakışları bu sefer annesine atıyordu.
Sonra tekrar Lavin’e döndü. Sessizce yaklaştı, eğildi, Lavin’i yavaşça kucakladı. İplik gibi
saçlarını okşadı, yanağına hafifçe dokundu. Sesinde fısıltıya yakın bir şefkat vardı.
“Ne oldu, akıllı kızım?” dedi. Kelimeler değil, kalbinin sıcaklığı sarıyordu Lavin’i.
Lavin başını annesinin omzuna yasladı, hıçkırarak konuşmaya çalıştı.
“Artık çok yoruldum, anne. Benim de duygularım var. Ben de varım ama kimse bana
bakmıyor. Herkes hep Ümide diyor. Sanki ben yokmuşum gibi. Hiç kimseye lazım değilim.
Keşke hiç olmasaydım…”
Bu sözler Zümriye’nin yüreğine keskin bir bıçak gibi saplandı. Bir anne, çocuğunun bu kadar
yalnızlaştığını nasıl fark edemezdi? Ama kızının kalbine iyi gelecek hiçbir söz bulamıyordu.
Çünkü biliyordu, Lavin gerçekten de görünmeyen bir yükü taşıyordu. Sessizce, ama bütün
gücüyle. O yüzden sarıldı. Sımsıkı. Ve sadece şunu fısıldadı:
“Seni çok seviyorum, Lavin. Sen bizim en kıymetlimizsin. Senin farkında değilmişiz gibi
görünsek de senin ışığınla aydınlanıyoruz biz. Kızım farklı olabilir ama sen de bizim
canımızsın. Varlığın bizim en büyük şansımız. Seninle gurur duyuyorum, güzel yavrum.”
Lavin başını annesinin göğsüne koydu. Annesinin kalp atışları kulağında çalmaya başladı.
Dışarıdaki yağmur sesi bile duyulmaz oldu. Sadece annesinin kalbi… O ritmik, sıcak ses. Şifa
bir insana bu kadar yakındı işte. Lavin için dünyanın en güzel melodisiydi o. Sanki o ses her
şeyi anlatıyordu. Yalnız olmadığını, hâlâ bir çocuk olabileceğini, hâlâ sevilmeye değer
olduğunu…Gözlerinden akan yaşlar dinmedi ama kalbindeki sıkışıklık yavaş yavaş
çözülmeye başladı. O akan yaşlar küçücük kalbinden büyük dertleri uzaklaştırıyordu ondan.
Belki hâlâ yorgundu, belki her şey değişmemişti ama artık kalbinde bir şey farklıydı. O
sevgiyle sarılmıştı çünkü. Ve o sevgi, en ağır yükleri bile hafifletebilecek kadar güçlüydü.
Lavin o gece bir şey öğrendi. Ağlamak güçsüzlük değil, kendini anlatmanın en saf haliydi. Ve
sevgi… Bazen sadece bir kalp atışının sesiyle bile insanı iyileştirebilirdi. O minicik kalbiyle,
büyük bir gerçeği fark etti Lavin: Hayat ne kadar zor olursa olsun, sevgi varsa umut da vardır.
Aida Ramiz