9265,01%-1,37
38,13% 0,13
43,54% 1,28
4050,03% 2,41
6558,06% 3,02
Duyuyor musunuz? Erzurum ağlıyor…
tum1haber.medya/özel/yorum/haber
Ya hani bugün bayramdı? Çalınacak bir kapımız dahi kalmamış mı?
Sözüm ona bugün Ramazan Bayramının ikinci günü ve tam iki saattir arşınlıyordum; bir zamanlar çocukluğumun, gençliğimin ve hatta ömrümün geçtiği ama şimdilerde yabancısı ve ne yazıktır ki yalancısı olduğum bu şehrin sokaklarını.
Anılarımda kalan ve çok iyi biliyorum ki, isimlerini duydukları zaman oturup çocuklar gibi ağlayacak insanlarımızın halen daha yaşadığı; bir zamanların Rüzgârlı Sokak, Ankara Sokak, Millet Bahçe, Çamlık, Kurt Deresi Sokaklarının yerine, şimdilerde rakamlardan ibaret olan basit ve ruhsuz sahte sokaklarında kaybolmuştum, iyi mi?
Bir zamanların hemen her mahallede bulunan, çeşme sokaklarının çeşmelerini bile söküp götürmüş o ruhsuz rakamlar…
Yetmezmiş gibi beğenmedikleri için, söküp götüremedikleri çeşmelerimin de suyunu çalmışlardı.
Hadi be! Böyle de hırsızlık mı olurmuş, dedirtircesine…
Bulunduğum yerden etrafıma bakınıyorum.
Gökyüzüne kaldırıyorum; sırf şu değerlere yeterince sahip olmayan, unutturulacağını idrak edemeyen ve hatta düşünemeyen, ağırlığınca beş para etmez başımı.
Bomboş gözlerle, vurgun yemişçesine güya nerede olduğumu çözmeye çalışıyorum.
Kendimce bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorum; neredeyim, buralar neresi ve ben kimim diye! Oysa ki şu an kaybolmuş ve adı bile kalmamış mahallelerimin, olmayan sınırında; kaçıncı sokağın, hangi mesafesinde yorulmuşum, farkında bile değilim.
Yenisi yapılacak diye yıkılan evlerimizin altında kalan insanlarımızcasına kimselerden ses çıkmaz olmuş! Böyle söylendiğime bakmayın; sözüm ona Ali Paşa Mahallesinde, Habibefendi de veya sırf tarıma darbe için Erzurum Ovasının tarladan bozma arsalarında, Akdeniz’e nazır süper hatta ultra süper ve hatta hatta Samanyolu galaksisinde örneği olmayan ve her hangi bir ismi konulamayan özelliklere sahip, ebesinin fiyatına giden evleri yaparak iki göbeğini birden kaşıyan müteahhitlerden farkım ne benim?
Ha, ömrümde hiç gitmediğim her hangi bir şehrin bana yabancı sokaklarında dolaşıyorum; ha, şu an güya kendi memleketimde…
Bir fark göremedim ki!
Her iki yerleşkede de yabancıyım.
Ne yazık ki kendi geçmişime yalancıyım…
Aralarında birkaç metre olmasına rağmen; boşuna aradığımın bende farkındaydım Cennet Çeşmesinin, Boyahane Hamamıyla olan muhabbetini. Ne yazıktır ki o birkaç metredeki uçurumların, bu yalancı ve yabancı şehirde yaşayanların çoğusu farkında bile değil.
En son ne zaman Çukur Çeşmenin suyuna eliniz değdi bilmem ama hapsedildiği çukurun içerisinde mırıldandığı yalnızlık türkülerinin melodisi, akıtmış olduğu sularla beraber kimselerin sağır kulağına değmeden ve hatta umurlarında bile olmadan kaybolup gitmişti.
Ah be güzelim, ne diyeyim ki ben sana!
Bu nasıl bir serzenişti, ben bile anlayamadım.
Duyan da diyecek ki! Timur’un Filleri geçerken buradan, koskocaman bir Murat Paşa Mahallesini darmadağın etmiş te geçmiş. Geriye kalanların yarısında; birilerinin alelacele uğrayıp kaybolduğu, eh işte öylesine yapılmış o fillerin adını taşıyan bir geçiş, diğer yarısında ise fillerin ayaklarının altında yok edilmiş bir tarih…
Dere Mahallesiyle birlikte kaybolmuş, şimdilerde kaderiyle birlikte Bosna olan bir yer...
Sakın ha!
Zannedilmesin; Bosna diye adlandırılınca, Fil Geçti Köprüsü de Mostar niyetine aklınıza gelmesin, aman haaa…
Hani ne bileyim, olur da öyle bir bağlantı kurmaya kalkar sözüm ona değişim rüzgarlarının esintisi altındaki hayal dünyanız. Sonrasında yıkılan hayallerinizin molozları arasında kalır zavallı düşünceleriniz de, ederi kayda değer olmadığından aradan bin yıl dahi geçse kentsel dönüşüm kapsamına aldıramazsınız kendinizi…
Tıpkı diğer adlarla beraber unutulur da gidersiniz; tarihin karanlık, pis kokan geçmişinin derinliklerine…
Dağ Mahallesi hangi savaşın kalıntıları arasında kalmıştı hatırlayanınız var mı?
Ya Şehitler Mahallesi?
Şehitler Mahallesini göreniniz?
Kimlerin değişim hayallerine kurban verdiniz siz bu tarihi.
Kavak’ta artık yeller esmiyor, kimselerin deli başında. Unutulmuş birer birer Gölbaşı’nın güzelleri, ne sesleri geliyor artık şuh ve kahkaha yüklü; ne de umudun karışımında delikanlılık kokan. Geride kalanların adını siz koyun, nasıl olsa bulursunuz; vardır listenizde, yalancı bir kahraman…
Gülahmet kaderine terk edilmişliğin kahrını yaşıyor. Hani derler ya; bir varmış, bir yokmuşun ta kendisi şimdilerde.
Hacı Cuma ise elinde makyaj malzemeleri düşmeyen bir pencere güzeli gibi ne yana dönersen dön, karşına çıkacak.
Mahalle yanıyormuş onun umurunda mı sanki!
Habibefendi çok uzun zaman oldu buralardan gideli.
Hem zaten kimseler hatırlamaz artık Bakkal Cevahir’i, o da epey bir zamandır toplamıştı tasını-tarağını. Birilerinin kendisine verdiği yabancısı olduğu ve hiç ama hiç öğrenemediği bir santral masasının başında umuda hasret öldü garibim…
Çifte Kardeşler tanımadıkları beton yüklü bir mahallenin ortasında dua edebilecek aşina birilerini arıyor.
Habib Baba sitemkâr ve suskun, yanı başında cereyan eden rezaletten dolayı Abdurahman Gazi küskün, hatta ve hatta Pir Ali Baba kendisini sorgulayacak duruma gelmiş.
Palandöken başka bir kavga içerisinde!
Eteklerinin hemen dibinde, gözü önünde betonlaşan ve geçen her saatte toprağını kaybeden Erzurum Ovasına acıyarak bakmakta, yetmezmiş gibi üzerindeki her geçen gün daha bir yabancılaşan kalabalığa baktıkça hırçınlaşır olmuş, dadaşlar diyarına. Kaç zaman oldu kimseler hatırlamaz artık, Palandöken’den salınan kekik kokusunu. Papatyalar eskisi kadar neşeli olmadıkları gibi artık falları da çıkmıyor.
İpekyolu’nun kadim durağı Erzurum’u, Osmanlı kenti Erzurum’u ve hatta dünü anlatan Erzurum’u hatırlatan birkaç aşina yer kalmıştı; oralarda da çay satılır olmuş bardağı tıpkı o mega/süper/ultra evlerin fiyatında.
Yazık çok yazık, kıtlama çayın tadını kaçırdınız…
Sahi unutmuştum;
Hani bugün bayramdı?
Her caminin kalabalığı, cemaati başka bir âlemdi ya! Misafirlere el uzatılırdı hani, “bu bayram benim soframda bereket ol” diye. Misafir bulamayanların neşesi bayramın ilk gününden kaçardı hani. Komşulukları vardı bu kadim şehrin, kardeşlikten de öte. Akrabalık bile yaya kalırdı yılların komşuluğunun yanında. Ahretlik dostluklar dahi enkaz altında kalarak, karışmış moloz yığınlarına; şimdilerde kardeşler bile kapamış kapılarını kendi yüzlerine. Kimi tatilde, kimi ise işte öylesine bir yerde… Yabancıya sitem ne çare!
Akıllımı akıllı bir de nur topu gibi telefonumuz olmuş artık; kandiller ve cumaları tamamladık, şimdi kimseler açıkta kalmadan rehbere göre toplu mesaj ile bayramlaşıyor.
Tıpkı toplu mezarlara girdiğimiz gibi.
Garipsenmeden, alışıldık ve aşina olarak.
Kitle olarak, toplum olarak ve halk olarak…
Bugün bayramdı, öyle ya!
Evin en büyüğünün eli öpüldükten hemen sonra, komşuların açık hatta kilit tutmayan kapıları aralanırdı. O kapıların ardında odalar dolusu muhabbet vardı, kucaklar dolusu sevgi ve samimi bir sıcaklık sıhhati vardı.
Eli öpülesi adamlar kayboldu önceleri; sonrasında, kucak dolusu muhabbetler yerini ihanet akşamlarının yakamoz ışıltılarına bıraktı ve züğürt tesellisi olarak bizler yalancı sarhoşluk şarkılarının, küf kokan nağmeleri arasında sadakat arar olduk.
Nakaratı aynı, notası aynı ve dili aynı olan.
Bayramları kaybettiğimiz gibi komşuluklarımızı da kaybettik o nakarat çığırtkanlıkları arasında, yıkılan hayallerimiz ile birlikte kişiliğimizdi oysaki dua niyetine haykırdığımız sihirli nakarat nağmelerinde;
Para, para, para diyerek can çekiştiğimiz…
Kabul etmesek te, bu gün bayramdı oysa. İspatı, onlarcası duruyor; kapalı kapıların ardında, toplu bir mesaj sesinde ki kişiliğimizi kaybettiğimiz teknolojinin lağım çukurunda...
Dinle bak!
Yürekten yanarak bir ağlama sesi geliyor.
Kimdir bu ağlayan?
Nedendir bu gözyaşı, niyedir bu telaş?
Hiç kimsenin gücü yetmez ki, sanki de “sahipsiz bir şehir” tutup ta teselli için sarsın kollarında,
Heyhat!
Ağlayan, kadim şehir Erzurum’un ta kendisi; dinle bak, dinle bak Palandöken’in koynunda…